Memleket

Toprağı, havası kadar insanların kalplerinin de çok sıcak olduğu bir memleket düşünün. Annemin sıcacık kucağı gibi, emektar, vefalı, tanıdık bir yüz her sokak, her lokma tanıdık bir his bırakıyor damağında insanın; huzur gibi…

Havanın sıcaklığından ne kadar şikâyet etsem de, yemeklerini çok yiyemesem de, şivem onlarınkine hiç benzemese de, etrafımdaki herkes bastıra bastıra ‘Sen Ankaralısın.’  dese de ait olduğum tek yer.

Ağacın yeşiline, denizin mavisine tutkun biri olsam da onlarsız yapabildiğim tek yer orası, 6. kattan kıbleye doğru görebildiğim tek manzara dağ, taş, toprak olsa da bana hep Mekke’yi hatırlatır. Sanki evimde değil de Allah’ın evinde gibi hissederim. Sabahları şehrin gürültüsünden uzak, güneşi uyandırırım, doğuşunu izlerim hafif rüzgârlı hayallerimle… Sabah ezanı sanki yanıbaşımda okunur, orada ezanı işitmeyen ev olduğunu düşünmüyorum açıkçası. Başladı mı da bitmek bilmez minareden yayılan sedalar…

Sabah kahvaltısı, tırnaklının sıcacık kokusu, başka hiçbir yerde bulamadığım o tat sevdiklerimin gülümsemelerine şahit olmaktır. Yaşlının, gencin, çocuğun nurunun aydınlattığı bir evdir.  Allah’ın merhametinin görüldüğü yuvadır. Çok komşumuz olduğunu söyleyemem ama sokağa çıkmayagörün… ‘Sen falanın kızı mısın? Ne kadar büyümüşsün!’ sözlerini duymaya başlarım. Ben tanımasam da insanların birbirini bu kadar iyi tanıdığı bir şehirde sahiplenilmek hoşuma gider.

Bir de kaçak çay içerler, normalde ağzıma sürmek istemeyeceğim, hatta gördüğüm herkese ‘bu çay değil, bunda çay kalmamış, çok sağlıksız bir şey’ diye nutuk attığım ama dergâha inince semaverle söyleyin dediğim, millet gazoz içerken bile benim o çaydan içtiğim memleketim.

Kaç peygamber gelmiş geçmiş o topraklardan, bir miras gibi taşımış onca ağır yükü. Güneş daha bir güzel ısıtmış, aydınlatmış her yerini. Balıkları şahit olmuş nice nemrudun, zalimin yok oluşuna, tevhide, sevenlerin sevdikleriyle buluşmalarına, hoş sohbetlere, düğünlere, büyüyen çocuklara… Balıkları da büyümüş görmeyeli.

Mecburiyet caddesi değişmemiş, kalabalıklaşmış aksine… Demek ki insanları bu şehre çeken bir şeyler var, gelen gidemiyor… Giden geri dönmeyi iple çekiyor. Diğer şehirlere kıyasla sokağın iffetli olduğu bir yer orası, en azından başınızı yere eğerek yürüyebiliyorsunuz. Biz Ankara’da başımızı yere de eğemiyoruz, kaldırımların iffetsizliğinden… Merkezinin nüfusu neredeyse 900 bin olacak ama kalabalığın aksine bana göre hep küçük, kendine has orası.

800 km uzaktan da havası hissedilebilir. Gönül bağı kurduğunuz zaman ölene kadar sorumlu olursunuz. Sevdiklerinizden uzakta yaşamanın anlamsız olduğunu hep hissedersiniz damarlarınızda. Kürkçü dükkânıdır orası, dönüp dolaşıp kendinizi bulduğunuz yer. Bu bayram da gitmeyelim, şu tatili evde geçirelim deseniz de nafile, bir gözlerinizi açarsınız ki sımsıcak güneşi terletmiş yüzünüzü, alarmsız uyandırma servisi kapınızdadır…Çekim noktasıdır. Yer orada daha ağır mı çeker ne ayaklarınızın daha kuvvetli bastığını hissedersiniz.

22 senenin hayallerini, tecrübelerini biriktirmenizde payı vardır. Anılarınız o kadar çoktur ki, benim gibi nereden başlayacağınızı bilemezsiniz, yazarsınız yazarsınız da anlamsız gelir. Söyleyebileceğiniz tek şey ‘Ben oraya aitim’ olur. Çok dikkatli dinleyenler gözünüzdeki pırıltıdan hemen anlayıverir her şeyi…

Memleketime selam olsun…

بشرى

Yorum bırakın